Ana içeriğe atla

Koronavirüs’ten Kurtulmanın Tek Bir Yolu Var (II)


Bir önceki yazım (https://cankayacilar.blogspot.com/2020/04/koronavirusten-kurtulmann-tek-bir-yolu.html) çok beğenildi ve birçok yerde paylaşıldı. Gerçekten elimden geldiğince sizlere deneyimlerimi ve bilimsel gelişmeleri aktarmak istiyorum. Ülkemizin bu COVID salgınında yapması gereken birçok şey var. Öncelikle herkesin polifenol denilen ve bitkilerin her yerinde bulunan insan sağlığına faydalı nadir bileşenlerin değerini çok iyi bir şekilde kavraması gerekiyor. Çünkü polifenoller bizleri viral enfeksiyonlardan koruyan şeylerin başında geliyor. Ne kadar polifenol zengini beslenirsek, kendimizi virüslere karşı o kadar güçlü bir şekilde koruyoruz. Bunun bilimsel kanıtları her yerde mevcut. Yapılan moleküler eşleşme çalışmalarında özellikle kuarsetin, kurkumin, epigallokateşin gallat, kaempferol, genistein, oleuropein, hesperidin, antosiyaninler, resveratrol, apigenin, fisetin gibi daha birçok bileşenin güçlü antiviral etkiler sergilediğini göstermişler. Biliyorum bu moleküller size oldukça yabancı geliyor. Bunları tanımlamamız gerekirse örneğin zerdeçalın kuru ağırlığının %1-3’ü kurkumin denilen ve zerdeçala sarı rengini veren bileşenden oluşuyor. Zerdeçalın kuru ağırlığının 100 gramda 1-3 gram arasında kurkumin denilen bileşen var. Yani o denli az. Diğer bileşenlerin miktarları %1’i geçmiyor bile. O nedenle bunları ihtiva eden bitkilerle beslenmek sağlığımızı virüslere karşı korumakta etkili değil. Yani maydanoz suyunu sıkıp, içerisinde apigenin var diye içmek bizi virüslere karşı korumuyor. Ya da zerdeçalın tozunu tüketmek yine bizi virüslere karşı korumuyor. Burada önemli olan temel faktör “doz”. Hangi dozda, hangi süre zarflarında bu bileşenleri tükettiğiniz çok büyük önem kazanıyor.


Tek tek bileşenlerin peşine düşmektense bu bileşenlerin de üyesi olduğu daha geniş aileye bakalım. Bu bileşenlerin çoğu polifenoller ailesinin “flavonoidler” grubuna ait. Yani flavonoidlerce oldukça zengin beslenmeye özen göstermek bizleri virüslere karşı daha korumalı bir pozisyona getirebilir. Ama yeterli olur mu sorusunun cevabını doğru vermemiz gerekiyor. Çünkü günlük polifenol alımımızın en az 1000-3000 mg arasında olması gerekiyor sağlıklı bir yaşam için. Bu düzeye sebze-meyve tüketerek gelebilmemiz oldukça zor. O nedenle merkezimizin ürettiği “Fonksiyonel Gıdalara” ihtiyacımız var. Fonksiyonel gıdalar bu sizlere bahsettiğim polifenolleri yüksek dozlarda içeriğinde barındıran, bu amaçla formülize edilmiş özel gıda ya da gıda bileşenleri. Örneğin Sankara Mormiks ürününü yoğurtla birlikte tükettiğinizde sadece bir gramından en az 35 mg polifenol alıyorsunuz. Bu herhangi bir sebze ve meyvenin 100 gramına eş değer bir seviye. Sankara Mormiks’ten 10 gram tükettiğinizi düşünürsek, yaklaşık 1 kg sebze ve meyveye eş değer polifenolü de almış oluyorsunuz. O nedenle Fonksiyonel Gıdalar oldukça yaşamı kolaylaştırıcı ve istediğimiz dozlarda polifenolü almamızı sağlayıcı gıdalardır. Bu gıdalara www.sankaragida.com adresinden ulaşabilirsiniz. Peki ya günlük ne kadar tüketmeliyiz? Bizim önerimiz günlük olarak en az günde 2 defa 7 gram Mormiks tüketmeniz yönünde olacaktır. Böylece günlük en az 500 mg polifenolünüzü sadece Mormiks’ten karşılamış oluyorsunuz. Bu değerde sizin yaşamınıza katkı sunacak herhangi sebze ve meyve yoktur. Eğer Mormiks’i yoğurtla tüketmeye yatkın değilseniz, yeni geliştirdiğimiz Sankara Gevrekleri’ni tüketebilirsiniz. Hem vitamin ve mineralce zengin, hem de 100 gram atıştırmalığın 300 mg polifenol içerdiğini düşündüğünüzde sağlığınızı gerçekten çok iyi koruyabilecek düzeyde polifenol almış oluyorsunuz.


Peki ya bu polifenoller nasıl oluyor da virüsün bizi etkilemesini engelliyor? Virüslerle polifenollerin ne ilişkisi var? gibi soruların aklınızda olduğunu biliyorum. Polifenoller temelde 3 mekanizma ile virüslere karşı işlev görüyor. Birinci mekanizmada virüsün proteinlerine bağlanarak, virüsün hücreye bağlanıp hücre içerisine girip çoğalmasına engel oluyorlar. Böylece virüs hücrelerimizi enfekte edemiyor. İkinci mekanizma ise virüsün hücre içerisinde çoğalmasını engelliyorlar. Böylece virüs kendini çoğaltamıyor ve bizleri hasta edecek seviyeye ulaşamıyor. Üçüncü mekanizma ise biraz daha karmaşık ama en etkili mekanizmanın da bu olduğu söyleniyor: “Sitokin Fırtınası”nı baskılaması.

Sitokinler savunma sistemi hücrelerimiz tarafından herhangi bir enfeksiyon ya da yabancı cisim geldiği zaman salgılanan ve enfeksiyona neden olan bakteri ya da virüsü öldürmeye ya da yabancı cismi eritip, parçalamaya yönelik salgılanan oldukça aktif bileşenlerdir. Bu bileşenler enfeksiyonun olduğu bölgeye ulaşan savunma hücreleri tarafından salgılanıyorlar. Fakat vücudumuz bir çok şey de olduğu gibi bu sitokinlerin salınımlarında da kontrolsüz davranıyor. Yani bir enfeksiyon bir bölgede başladığı zaman o kadar çok sitokin salgılanıyor ki o sitokinler sadece enfekte olan hücrelere değil, etrafındaki diğer sağlam hücrelere de inanılmaz zararlar verebiliyor. Vücudumuzun savunma sisteminin en büyük problemlerinin başında da bu geliyor. Enfekte olan hücrenin haricinde diğer hücrelerimizde zarar gördüğü için bize bu ağrı, acı, sızı olarak yansıyor. COVID-19’da boğazımızda hissettiğimiz o yoğun acının temelinde bu var. Sağlam hücrelerimiz de bu süreçten büyük zararlar görüyor. Ve tahribat o kadar yüksek boyutlara ulaşıyor ki artık orada bazı şeyleri tamir etmek ya da farklı dokulara virüsün bulaşmasını engellemek çok zor olabiliyor. Bu süreçte devreye işte polifenoller giriyor. Polifenoller vücudumuzun savunma sisteminin aşırı tepki vermesini engelliyor. Böylece vücudumuz enfeksiyon sorununu çok daha akılcı yollardan, daha hedefe yönelik ve daha dengeli bir şekilde çözebiliyor. Sitokin fırtınasının yaşanmasını yaşamımızda bir çok alanda görüyoruz. Kolit hastalarının karınlarının ağırması, romatizma hastalarının dizlerinin, eklemlerinin ağrıması, kesilip biçilen bir yerin iltihap kapıp daha ağrılı bir sürece doğru gitmesi hep sitokin fırtınasından kaynaklanıyor. Polifenoller tüm bu süreçlerde çok büyük aktif rol oynayıp, sitokin fırtınasını durduruyorlar. Böylece süreci daha rahat ve kontrollü bir şekilde atlatmış oluyoruz. Polifenollerin bağışıklık sistemimiz üzerinde böyle bir rolleri var. Bu etkiye “anti-inflamatuvar” etki deniyor. Ve bizi daha sağlıklı tutabilecek, yaşamımızı çok daha sağlıklı olarak sürdürebileceğimiz bir etki bu. İnflamasyon ya da daha Türkçe tabirle yangı vücudumuzun da tanıdık olduğumuz bir süreç. Yoğun egzersiz sonrasında oluşan vücut ağrıları, Alzheimer’da görülen hücre kayıpları ya da kolitte yaşanan ağrılar hep inflamasyon sonucu oluşan harabiyetten kaynaklanan ağrılardır. Tüm bunların hafifletilmesinde ya da azaltılmasında polifenoller çok büyük rol oynamaktadırlar. Mikroinflamasyon vücudumuzun her yerinde her saniye olan ve bizi yaşlandıran süreçlerin başında gelmektedir. Mikroinflamasyondan korunmak için polifenol zengini beslenmek, bizi daha uzun yaşatabilecek formüllerin de tam da bu yüzden başında gelmektedir.


Savunma sistemimizi güçlendirmenin ve daha az hata yapmasını sağlamak için polifenol zengini beslenmeye ek olarak yapabileceğimiz ikinci şey ise mutlaka ama mutlaka yaşamlarımızda egzersize yer açmak olmalı. Egzersiz sırasında savunma sistemimiz kendini ayarlamakta ve daha güçlü bir savunma yapabilmektedir. Egzersiz sırasında yaşanılan vücudumuzdaki kan dolaşımı, savunma sistemi hücrelerimizin vücudumuzun her yerinde dolaşabilmesinde ve çok daha verimli bir şekilde görevlerini yapabilmesine imkan tanımaktadır. O nedenle yaşamlarımızda hafif ya da orta şiddette egzersize mutlaka yer açmalıyız. Hele ki bugünler de koronavirüsten korunmanın güçlü bir savunma sisteminden geçtiği gerçeğinden hareketle her gün en az 30 dakika hafif şiddette egzersizi yaşamlarımızda uygulamayalıyız. Bu konuda profesyonel destek almak her zaman çok önemli. Çünkü hangi hareketleri yapmamız gerektiği bilmek, düzenli bir egzersiz programımız olmadan bu süreci kendi başımıza yürütmek oldukça çok zor. O nedenle size Mahir Çelik hocamı önerebilirim (https://www.instagram.com/mahircelik.pt/). Kendisi alanında gerçekten uzman ve bir insanı yeni baştan şekillendirebilecek bilgiye ve deneyime sahip.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MOR BAKLAVA HAKKINDA PEK BİLİNMEYENLER

Ülkemizde bazı şeyleri değiştirmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Bunlardan en önemlisi de belki tüketim alışkanlıklarını değiştirip, daha sağlıklı bir tüketime geçebilmek. Peki ya bunu nasıl başarabiliriz? Yani toplumumuzun daha sağlıklı beslenmesini nasıl sağlayabiliriz? Sonuçta beslenme bir alışkanlık ve geleneksel tüketimlerimiz de (ekmek, baklava vs.) ortada. Kimi yörelerimiz eti bol yerken, kimi yörelerimiz ekmeği bol tüketiyor. Toplumumuzun geneline bakarsak ise ülkemizde yaşayan bir insan günlük toplam enerji ihtiyacının %50’sini sadece ekmekten karşılıyor! Bu müthiş bir rakam. Kriz dönemlerinde bu ihtiyacı karşılama oranı (muhtemelen şimdi de öyledir) %70’lere çıkıyor. Yani toplumumuza “ekmek tüketmeyin” demek abeste iştigal. Peki ya o zaman ne yapacağız? Toplumumuzu nasıl sağlıklı besleyeceğiz? Bunu yapmanın en doğru yollarından bir tanesi de toplumumuzun sıklıkla tükettiği gıdaları farklı ve doğal bileşenlerce zenginleştirmek! Bunu da ancak ileri teknoloji kullanarak gerç

Mor Fırıncılık Ürünleri 2020’ye Damgasını Vuracak!

Mor ekmek, mor simit, mor bazlama derken mor kurabiyeler, mor baklavalar, mor cheesecake’ler, mor muffinler, mor galetalar yakın zamanda raflarda yerini alacak. Mor renkli ürünler gün geçtikçe ülkemizde giderek yaygınlaşıyor. Bu yaygınlaşmanın temellerinde mor rengin çekici gelmesi ve insanların mor renkli ürünleri tükettiklerinde duydukları mutluluk duygusu gelmekte. Mor renk aslında kraliyet rengi. Geçmiş zamanlarda ve günümüzde de hala krallıkla yönetilen yerlerde mor renk soylular tarafından kullanılıyor. O nedenle mor rengin içimize kazınmış böyle bir üstünlüğü de var. Örneğin mor renkli fırıncılık ürünleri hediye seçimlerinde daha çok kullanılıyor. İnsanlar birbirlerine hediye etmek için mor renkli ürünleri tercih ediyorlar. Paylaşımın bu kadar yoğun olduğu bir ortamda, yaygınlığın da ardından gelmesi kaçınılmaz duruyor. Gelelim bu mor fırıncılık ürünlerinin nasıl üretildiğine. Çünkü işin tüm detayları orada. Mor fırıncılık ürünlerine eğer sahte ve kimyasal boyalar kull

Türkiye Alzheimer Görülme Sıklığında Dünyada Birinci Sırada!!!

Bilim dünyasının mihenk taşlarından biri olan The LANCET dergisinde bir yayına rastladım bu sabah. Ve moralim oldukça bozuldu. Dünya'da Alzheimer hastalığının görülme sıklığını konu alan bir makaleydi bu. Ben ülkemizin Alzheimer görülme sıklığında gelecek yıllarda Dünya'da ilk 10 ülke arasında olacağını hep söylerdim konferanslarda, konuşmalarımda.. Ama hiç 1 numara olacağını düşünmemiştim. Fakat bu çalışma gösteriyor ki ülkemiz çoktan Dünya birinciliğine yerleşmiş durumda. Alzheimer demek ailelerin dağılması demek. Alzheimer demek hayatınızda başınıza ve çevrenizin başına gelmiş en kötü şey demek. Ekonomik ve psikolojik yönden en yakınlarımızı da çökerten bir hastalık Alzheimer.. Ve ülkemizde bu hastalığa yakalanmış yüzbinler var. Bu yüzbinlerce aile demek! Alzheimer'ın gelişiminde beslenme en önemli faktör. Yüksek şekerli beslenme Alzheimer gelişiminin temelinde yer alıyor. Tükettiklerimizi sağlıklı bileşenlerce zenginleştirmeliyiz. Fonksiyonel gıdalara hepimizin ge